Geçmişten günümüze birçok kültüre, inanca ve öğretiye baktığımızda doğanın insanlar üzerinde çok önemli bir yerde olduğunu görmekteyiz. Felsefe ile başlayan “Neden?” sorusu aslında doğanın insan üzerinde yarattığı merak ve onu keşfetme düşüncesiyle hala devam etmektedir. İnsanın yaşadığı mağaradan çıkıp etrafını keşfetmesi, onun doğa ile tanışması bir nevi de onu tüketme miladı olarak düşünülebilir. Fakat buna rağmen doğa, insana küsmeden her defasında daha cömert bir şekilde davranmıştır. Buna rağmen medenileşen insanın içinde olduğu ironik hayatı; onu, doğayı daha da sömürmeye itmiştir. Küreselleşme ile başlayan bu sömürü günümüzde bazı şeyler için geri dönüşü zor hatta mümkün olmayan sonuçlar yaratmıştır.
Tabii ki her kötülük beraberinde bir iyilik doğurur. Bunu zıtlıkların birbirini doğurması olarak görebilirsiniz. Geçenlerde sosyal medya aracılığı ile denk geldiğim bir röportajdan bahsetmek istiyorum: Doğu Karadeniz’de yaşam alanlarını savunan dört kadının hikayelerinden oluşan Eren Dağıstanlı’nın yaptığı video-röportaj serisi “Lafun Aykirisi”. Hepimizin bir şekilde duyduğu ama üzerinde yeterince durulmayan bir konuyu bizimle çok güzel bir şekilde paylaşmışlar. Video röportajı izlerken aklıma birçok düşünce ışık hızıyla geldi. Ben de bunları bir araya toplamak istedim. Bu vesileyle de Eren Dağıstanlı ‘dan video-röportaj serisinin bölümlerini heyecanla beklediğimi iletmek isterim.
Öncelikle videoyu izlemeden önce ve izledikten sonra dahi aklımda beliren ilk ikiliden bahsetmek istiyorum: kadın ve doğa. Aslında uzaktan baktığımızda belki de bu ikili arasında bir bağ kuramayabiliriz. Fakat biraz yakından bakınca doğanın ve kadının birbirine ne kadar çok benzediğini görme şansımız olacaktır.
Masallarda, efsanelerde “Doğa Ana” ismini çokça duyarız. Bereket tanrıçası Kibele bir kadındır. İlkçağlardan beri doğurganlık ve üretkenlik kadın ile doğayı birbirine bağlayan kavramlar olmuştur. İlk tarımsal hareketlere baktığımızda toprak işi kadına bırakılmıştır. Çoğumuzun kültüründe de yer eden kocakarı ilaçları aslında kadınların doğadaki otlarla iyileştirme gücünü temsil eder. Bu bazen öyle uç noktalara ulaşmış ki kadınların bu otlarla sihirler, büyüler yaptığını düşünmüşler. Doğanın cömertliği, doğurganlığı, hiç olmayacak yerlerde hayat bulması bize birçok kadının hayatını hatırlatıyor. Tıpkı sömürülmesi gibi bunda da ortak kader yaşıyorlar. Belki de bundandır ki video röportajında da bu başkaldırının kahramanları 4 kadın karşımıza çıkıyor.
Hadi şimdi biraz da bu kadınları konuşalım: Kimdirler? Ne yaparlar?
Karadeniz’de doğaya sahip çıkmak adına başladıkları mücadelede karşımıza Artvin’den Neşe Karahan, İkizdere’den Ayşe Baş, Çamlıhemşin’den Rabia Özcan ve Fındıklı’dan Melahat Ertaş çıkıyor. Yıllardır verdikleri mücadeleleri anlatıyorlar.
Amaçları Melahat Teyze’nin tavrıyla kimi zaman yüzümüzü güldüren kimi zaman da gözümüzü dolduran sözlerinde açık açık ortada. O kendini “derenin kızı” olarak tanımlamış. Yanında kimse yokken o hep orada huzur bulmuş. Çocukluğu, gençliği, gelinliği hatta şimdiki mücadelesi bile derelerde hayat buluyor. Peki neden? Aslında çok basit: Özünü kaybetmek, satmak, unutturmak istemiyor. Cidden, bir dakika düşünelim; bunun nesi kötü? İnsan onu var eden değerlerden bağımsız bir şekilde var olur mu? Şu sözleri dile getiriyor: “Bu yolda rezil de olduk ama vazgeçmeyeceğim. Neden mi? Çünkü bu su, toprak, hava bizim.”
Aslında bakıldığında hepsi kendi halinde yaşayan ama gözünü gerçeklere kapatmayan kadınlar. Öyle bir inançla ve cesaretle bu ise baş koymuşlar ki tam bir kadın ruhunun ortaya çıkardığı cesaret. Zaten korkulan da bu cesaret. Onların da dediği gibi yoruluyorsun evet, hatta bunların hepsini görmezden gelerek de yaşayabilirsin ama bilince de yorulmak gibi bir şansı olmuyor insanın. Birtakım eleştirilerle kötü şeylerle karşılaşsan da geri dönmek mümkün olmuyor. Çünkü bizim olanı istemek kadar doğal bir istekleri var. Haklı mücadeleleri var.
Bu kadınların yıllarca elleriyle hayat verdiği, sevgilerini eksik etmediği, karşılığında bir teşekkür bile almadığı bağları, bahçeleri, dereleri, toprakları, hayatları onların da dediği gibi paraya kurban olmamalı. Dileriz ki en kısa zamanda haklı davalarında galip gelirler. Bu cennet vatanın da pili bitmeden değeri bilinir.
Ayşegül Demirtaş
İlk bölüm: